9 Ocak 2010 Cumartesi

Hayatın görünmeyen yüzü






Yirmi dört ülkeden kareler içeren ve beş yılda tamamlanan belgesel hayatın görmediğimiz yüzünü açığa çıkartıyor..

Baraka, 92 yapımı bir belgesel. 24 farklı ülkeden çekilmiş görüntülerden oluşan yapım; Çin'den Kamboçya'ya, Türkiye'den Ekvator'a uzanan bir yelpaze, şeklinde.

Tamamlanması, beş yıl almış. Görüntü ve müzikleriyle göze çarpan, ufuk açıcı bir belgesel. Yönetmenliğini, Amerikalı Ron Fricke'nin yaptığı belgeselde pek diyalog yok. Daha çok çeşitli bölgelerdeki doğal güzellikleri, ibadethaneleri-ibadetleri, insan ve çocuk yüzlerini, acıyı, sefaleti, temizi, kirliyi, açlığı vb. görüntü ve sesin ustalıkla harmanlamasıyla gözümüze iliştirmiş.

Meğer Kümes hayvanları gibiymişiz


İnsanlar koyun değil. Evet, kesinlikle değil. Civciv hiç değil. Ne kadar kolay benzetmeyişler değil mi? Ancak, gözümüzün önünde insanların yani bizlerin koyunlar gibi yönlendirildiğini görüyoruz. Ve aynı zamanda yaşıyoruz bunları. Ne korkunç, ne çirkin görüntüler. Bir fabrikaya giriyor kamera. Seri tavuk üretimi, civcivler son sürat üretiliyor. Gagaları damgalanıyor, makinelere fırlatılıp son hız ilerletiliyorlar. O karmaşada kimi civcivin bacağı kırılıyor, kimi ezilerek ölüyor.

Her şey normal gibi gözüküyor. İnsanoğlundan normal bir şey beklemiyoruz zaten... Sonra vakit geçiyor ve bir metro istasyonuna doğru görüntü ilerliyor. İnsanlar tıpkı civcivler gibi sıra bekliyor. Aynı hızda ve aynı yoğunlukta. İnsanlar, hızlı görüntülerle tıpkı civcivlerin durumundalar sanki. Sonra metro geliyor ve o karmaşada insanlar birbirlerini itekliyorlar. Tıpkı civcivleri fırlattıkları gibi insanlar da kendilerini metroya fırlatıyorlar. Ya da birileri bunu yapmaya mecbur bırakıyor insanları. Teknolojinin tutsağı oluyor insan. Modern dünya insanı bitiriyor sanki.

Temiz ortamlardaki ibadetlerden, karmaşık teknolojiye geçiyor insan. Modernleşmeyle her şey bozuluyor. Yapılar ve insanlar. Çevre zarar görüyor bundan. Yaşlı kabile reisi kızıyor bu duruma. Yüzüne doğru kamera ilişiyor. Sert bir bakışı var; donuk ve öfkeli. Ses çıkartmadan kızıyor, bu her şeyi anlamaya yetiyor.

Yüzyıllardır acı var yeryüzünde. Dünya acı demek. Var olduğu sürece onunla dolaştı. Evet; toplama kampları, yetim kalmış çocuklar, sokakta yaşayan evsizler.. Çocuk yüzü kadar masum kamera. Kabile çocuklarını çekiyor. Tertemiz, boyanmış yüzler. Çocuklar her şeyden haberdar gibi. Vahşice vurulan tokatlardan, kesilen ağaçlardan, öldürülen insanlardan, gelişen teknolojiden. Galiba her şeyi biliyorlar ama çocukluk işte... Anlatmamak daha iyi galiba.


Çöplükte umut arayan insanlar


Hindistanlı insanlar sığırların, köpeklerin ezdiği çöplükte umut arıyorlar. Ellerine geçen ise beslenmek için pis artıklar. Toplayabildikleri yiyeceklerini poşetlere tıkıştırıyorlar. Hayatta kalmak için yemek zorundalar. Bu sahneler düşündürüyor izleyiciyi. İsraf.. Yabancılaşmadığımız kelime. Keşke sadece ona yabancılaşabilsek.

Yokluğun, kalabalık içinde yalnızlığın, saflığın, kirlenmişliğin ve modern dünyada insan yaşamına dair farklı bakış açılarıyla önümüze düşündürücü görüntüler seren bu belgesel eminim ki izlendiğinde çıkarılacak dersler ve alınacak notlara sebep olacaktır.
Ramazan Sercan Somuncu

2 yorum: