27 Eylül 2009 Pazar

Kutsal Birlik- Bir Bayram Anısı

Bedenim bana ait değil gibi hissediyorum sık sık.
Ayaklarımı kontrol edemiyorum. Tıpkı ritmi bozuk kalbimin atışlarını düzene sokamadığım gibi; ayaklarıma da çeki düzen veremedim.Hep arkada bırakılanlara hasret, geriye gitmeye sevdalılar. Bu hasret onları çekilmez kılıyor.
Ama zapt etmeliyim.Onlar da itaat etmeliler,yormamalılar…
Zaten her şey yeterince yormuyor mu? Ayrılıklar,uzaklıklar,hasretler…
Bir şaire,bir memlekete,bir annenin evladına seslenişini türkü tadında kılan merhametine, seslendiğinde bir babanın eş zamanlı hareket etmeye, yani emrinde olmaya hasret olmak bir baba kızım dediğinde…
Sonra bu hasretleri bir bayram sabahı iliklerinize işlercesine hissetmek… İşte o,bu dünyaya sığamayıştır. Milyarlarca insanı bağrına basan dünya yabancılaşmıştır size ve daralır,daralır…
Ve soluduğunuz hava zehir kokar, siren seslerinin içinde bulursunuz kendinizi… Ne annenin kadife sesi gelir, ne de tütün kokar babanızın efkarla yaktığı.
Özlersiniz.

Sonra ya acınıza acı katarlar ya da acınızı sizden alırlar; zehri tenden emercesine…
Benim hayatıma ekseriyette acıma acı katanlar girdi. Fakat bu bayram öyle olmadı. Bir kutsal birlik acımı paylaşmaya karar vermiş olacak ki, haberlerini bu kutsal birliğin en öndeki sancaktarından aldım.
Beyazdı,merhameti temsil ediyordu, adil bir birliğin sancağını taşıdığı asil renginden belliydi. Haberi duyunca çekindim,utandım,sıkıldım… Sonra o kutsal çağrıya karşılık verdim, olur dedim. Hem o kutsal birliğe girmek için ait olduğum kültürün bir önemi de yokmuş, öylece kabul ediveriyorlarmış, o kadar genişmiş birlikleri; yürekleri kadar…
Bayram bu demekti.
Benliğimle katıldım o birliğe,adımlarım acemi, onlar ise hep ileri gidiyorlardı, profesyonel adımlarla kutsallıklarına değer kattıkça katıyorlardı bu adımlarla. Her adımlarında kalbim genişliyordu.
Acaba bu birlikten daha kaçını yüreğime sığdırabilirdim?

Bu düşüncelerle daldığım uykudan, sırf gözlerimi yeni doğan bir sabaha açmam için Yaratıcı dünyayı henüz dört saat döndürmüştü. Dünya bayram öncesi , son saatlerini kimine göre çabuk, heyecanlı; kimine göre yavaş,sersem bir dönüşle tamamlamıştı. Kimine göre ise belki yıllar önce durmuştu belki saniyeler önce… Düşüncelerle boğuştuğum dört saat beni bitkin bırakmıştı ve dünya yorulmuştu sanki tekrar günün doğması için 24 saat değil 24 yıl dönmüştü menzilinde…Elim telefona güçlükle gitti. Hiç kimsenin sesini duymak istemiyordum, bu depresif halim kilometrelerce uzaktaki annemin sesini duymaya hazır değildi.
Ama yine de aramalıydım. Ve aradım, ne kadar geç açsalar ve erken kapatsalar o kadar iyiydi. İlk olarak İlahi iradenin sonsuz merhametinin yeryüzündeki yansıması ve cennetin bile onu baş tacı yaptığının ilahi bir bildiriyle haber verildiği kadın açtı telefonu. Şefkatli sesi o kadar yolu nasıl da çabuk kat etti de şimdi bedenim bir kış günü dışarıda kalmışçasına titriyordu… Annem ile konuşmam seri ve soğukkanlı idi, olması gerektiği gibi… Olmaması gereken koşullarda nasıl olması gerektiği gibi davranılırsa öyle işte… Ardından telefonu abim aldı ve bu görüşmeye bir kaç damla gözyaşı eşlik etti… Ve tüm bayram boyunca içime akarak devam etti gözyaşlarım.

Bu duygu hengamesi içinde sancaktar uyandı. Günün muhtevasından mütevelli birliğe katılmak üzere hareket ettik, odamızdan bir başka odaya. Adımlarım acemi, biraz da telaşlı. Odaya girdiğimde yeşiller içinde kutsal birliğin lideri oturuyordu.
Bu oturuş bir babaya ne kadar çok yakışıyor.Bir baş hareketiyle selamladıktan ve bir kaç gereksiz cümle kurduktan sonra onun gölgesine sığınırcasına oturdum. Oturduğum yerin görüş açısı içinde bu birliğin yapıcısını gördüm. Asil duruşlu, ciddi… Bu duruşun altında kim bilir hangi acılar saklambaç oynuyor. Belki kendini sobelemekten korkuyor. Bu birliğin üç sancaktarı da hemen o odada halihazırda bulunuyor. En küçük sancaktar bayram boyunca bana bir şeyler hediye etme telaşesindeydi. Ne güzel bir telaştı o ne manidar, ne yeri doldurulmaz çabalardı benim için. En son gün küçük bembeyaz bir taşı bana uzatınca anladım ki bana verilmiş ve/veya verilecek olan hediyelerin hiçbirisi bu kadar temiz duygular barındırmadı, barındırmayacaktı.

Sonra aynı kare içine sığmaya çalıştık gönül erleri ile.
Birliğin yapıcısı, kurucusu tuttu elimden, hiçbir kederin seni sobelemesine izin verme dercesine, ben o kareye hüzünlü bir gülüş atarken.
İzin vermedim.
İzin verdirmediler de zaten.
Ve dünya dört günlük dönüşünü ne de çabuk bitirmişti. Öyle de olmalıydı,ne de olsa mutluluklara hasret gönül, bu günlere tekrar aç kalmak ve doyurulmak istercesine bir parçasını o kutsal birliğe bırakıp evine geri dönecekti.
Ve anladı ki bu hayatta hiçbir şey doyumluk değil, tadımlıktı.

Sinem Alp

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder